Korona Günlükleri

Gonca Sofuoğlu
gonca sofuoğlu

Gonca Sofuoğlu Temiz Müşteri Deneyimi Lideri

Son günlerde ortaya çıkardığım yaratıcılık örneklerini göz önünde bulundurunca pek de yaratıcı olmayan bir başlık seçtiysem de mevcut ruh halim kıyamet filmlerindeki kahramanlardan hallice olduğu için bunu uygun gördüm.

İçgüdüsel bir şekilde kaleme aldığım bir önceki yazımdan bu yana geçen üç haftada yazma içgüdümü durdurabildiğim söylenemez… Evet, bir günlük tutmaya başladım. Bu dönemi hatırlamak, hissettiklerimin ve yaşadıklarımın kısa süreli belleğimde kaybolmamasını sağlamak için bunun etkin bir yol olduğunu düşünüyor; sizlere de tavsiye ediyorum.

Bu yazıyı kaleme alma sebebim ise hem yaptığım bazı çıkarımları sizlerle paylaşmak hem de sizlerin de yorumlarıyla yalnız olmadığımı anlama ihtiyacım aslında. Hazırsanız başlıyorum…

İşe gitmenin “iş yerine gitmek” olduğu dönemlerde zamanın yetmediğinden şikâyet ederdim. Şimdilerdeyse zamanı tutamadığımı fark ediyorum. Bu zor süreçte çalışıyor olmanın, bir şeylerle uğraşıyor olmanın bireysel tatminini bir kenara bırakacak olursam sürekli bilgisayar başında, cep telefonunda, iPad’de olduğumu idrak etmem beni yeni kurallar belirlemeye sevk etti. Zamanı tutamıyor olabiliriz, ama akışına da bırakmamak lazım.

Son zamanlarda sıkça kullandığım ve kullanırken de hissettiğim en önemli kelime: idrak. Önceki yazımda da söylediğim gibi, bu süreci kendi doğrularımızı oluşturmak için bir fırsat olarak değerlendirmeliyiz. Her gece yatmadan önce kendime bu soruyu soruyorum: Bugün neyi anladım? Kişisel farkındalık için en önemli adımlardan biri özeleştiridir. Bu soruya kendimle ilgili verdiğim cevapların beni güçlendirdiğini hissediyorum. Sizlere de denemenizi öneriyorum.

Evi yuva yapan içindeki insanlardır derler ya, evim hiç bu kadar yuva olmamıştı. Okul evde, iş evde, biz evde… Babam, “Çocuklar talep eder, bu ilişkide arz eden taraf olamayacağını bilmen lazım,” derdi. Bu süreçte hangi taraftayım henüz bilemiyorum, ama talepler de arzlar da asla azalmıyor. Sanırım buradaki en doğru çıkış noktası kendini asla unutmadan var olmaya ve arz etmeye devam etmek.

Hafta sonu birkaç saati farklı bir şekilde geçirelim dedik, çıkardık eski fotoğrafları. Yemek masalarında bir arada cep telefonlarına değil de gerçek fotoğraf makinelerine poz verdiğimiz dönemlerin (çok değil 10 yıl öncesinin) fotoğrafları. Ne kadar gezmişiz; arkadaşlarımızla, sevdiklerimizle ne kadar çok şey paylaşmışız. Ne kadar sosyalmişiz! Hemen Whatsapp gruplarından ileterek fotoğraflardaki arkadaşlarımızı da nostaljik bir yolculuğa çıkardık ve sohbete daldık. Hepsini çok özledim.

Evim, sosyal çevrem derken daha büyük resme baktığımda koca bir dünya ile aynı şeyleri yaşıyor olmak, aynı şeylere üzülüp aynı şeylere gülüyor olmak, herhangi bir konuda dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığım bir kadınla aynı tepkileri verdiğimi görmek de bambaşka bir hismiş. Bundan 10-15 gün öncesine kadar dünyayı küçülten olgunun seyahat kolaylığı olduğunu düşünürken tüm seyahat kısıtlamalarının ardından dünyanın daha da küçüldüğünü, hepimizin birbirimize ne kadar da benzediğini görmek büyük, ama ilginç bir ikilem… Belki de bu yüzden tüm dünya bu duruma “kıyamet” benzetmesi yapıyor… Birbirimize benzeyeceğimiz asla aklımıza gelmediğinden?

Gün içinde pek olmasa da akşamları bir borsa/parite durumu, maç sonucu merakını aratmayan bir hissizlikle dünya genelinde paylaşılan rakam haline dönmüş insan hayatları haberlerine maruz kalmak, sindirmeye çalışmak… Tüm bunları yaşarken o rakamlar içinde tanıdıklarınızın, sevdiklerinizin olduğunu da bilmek… Sanırım en zoru, en ifade edilemezi bu his.

En sinir eden durum ise sosyal medyada halen her şeyi taraflaştıran, iyiliklerin boyutunu ölçebilecek hikmete sahip olduğunu düşünen, kendi sorumsuzluğunu büyük bir marifetmiş gibi pazarlamaya çalışan, fırsatçılığı ele alan insanların varlığına şahit olmak… Takdir edersiniz ki dört duvar arasında işimize yaramayacak tek duygu sinirlenmek. O yüzden çoğu şeyi takip etmeyi bıraktım. Empati de bir yere kadar, değil mi?

Büyük resme de baktığıma göre tekrar özüme dönüp toparlamak istiyorum. Katıksız bir yay burcu kadını olarak en öne çıkan özelliğim hayata her daim pozitif bakışımdır diyebilirim. Karşıma çıkan “sorun”ları “bir şekilde halletmek” konusunda pratiğe dönüşmüş bir beceriye sahibim. “Onu da o zaman düşünürüz” diyerek sorunları ayrıştırmayı ve önce mevcut andaki sorunların üstesinden gelmeyi tercih edenlerdenim. Ancak hayatım boyunca hiç bu kadar sisli bir belirsizlikle karşılaşmadığım için kendimi de bu anlamda ilk defa sorgularken bulduğumu itiraf ediyorum.

Günün sonunda şükretmenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördüm. Evimde, hayatımda iyi ki çocuklarım var ve eşim de hâlâ evlendiğim insanmış (karıştırdığımız fotoğrafların etkisi😊)!

Ve son söz (en azından bir dahakine kadar)… Bizleri dış dünyaya bağlayan; ailemize, arkadaşlarımıza, sevdiklerimize, dostlarımıza ve hatta hiç tanımadığımız ama benzediğimizi fark ettiğimiz insanlara yakın tutan tek bağımız niteliğindeki dijital dünya da iyi ki varmış.

Sağlıkla kalın…