Yeni Ford Ranger ile Batı Anadolu Antik Rotası (1)

Batı Anadolu Antik Rotası

Gazeteci Koray Muratoğlu ve fotoğrafçı Engin Irız; Yeni Ford Ranger Wildtrak ile Batı Anadolu’nun zengin doğasını, yeşille mavinin buluştuğu manzaralarını ve tabii ki de medeniyetlere ev sahipliği yapmış bu coğrafyanın tarihini keşfe çıktılar… Koray Muratoğlu ve Engin Irız’ın Çanakkale’den başlayıp Kemer’e uzanan 6 günlük yolculuklarını anlattıkları “Batı Anadolu Antik Rotaları” serimizin birinci bölümünü keyifle okumanızı, diğer bölümler için de takipte kalmanızı dileriz!

Yazı: Koray Muratoğlu

Fotoğraflar: Engin Irız

Okumaya başladığınız bu hikâye yaklaşık 1200 km’lik Anadolu’ya has bir yolculuk hikayesidir. Kuzey Ege’den Batı Akdeniz semalarına uzanan, tarihin gördüğü en zengin “medeniyet” coğrafyalarından birinde geçer…

“Taşların Sırrı” adında bir dizi vardı hatırlayan var mı?.. Gerçi hatırlamak için belli bir yaş grubunda olmak gerekiyor. 1992 yapımıydı, Tarık Akan ve Ayşegül Aldinç’in oynadığı arkeoloji temalı bir dramaydı. Tarihi eser kaçakçılığının da konu edilmesiyle heyecanlı, iyi senaryosu olan ve bana kalırsa dönemin en iyi dizilerinden biriydi. Şimdikilerin ortalamasına göreyse çok daha entelektüel bir çizgiye sahipti. İşte bu dizi benim gibi ortaokul-lise yıllarını yaşayan birçok gencin gözlerini arkeolojinin altın rengi parlak ışıklarıyla kamaştırmıştı. Dedim ya onlardan biriydim ve kesin kararımı vermiştim: arkeolog olacaktım. İçimdeki o eskiye meyleden, eskiden kopamayan ruhun kendini ilk gösterişlerinden biriydi belki de bu durum. Her neyse aile veya yakın çevre için korkulan olmadı, vazgeçirilme operasyonu zor da olsa başarıya ulaştı. Arkeoloji elbette çok güzel bir şeymiş, ama gelecek için doğru seçim değilmiş; arkeoloji mutlaka çok keyifli ve eğlenceli bir dalmış, lakin ülkemizde zormuş falan filan... Ve söylemlerin “maalesef” doğru olduğunu anlamam da pek uzun sürmedi. Bu aslına bakarsanız kısa hikâyenin en “acıklı” kısmı, yani Türkiye gibi Anadolu’ya sahip, “medeniyetler beşiği” tabir edilebilecek topraklarda arkeolojiye yönelmenin hata olacağı genel kabulünün gerçek oluşu. Sonuç olarak arkeolog olmadım, gazeteci oldum; o da ayrı bir ironik durum ya, neyse hiç o konulara girmeyelim.

Peki, buraya nereden geldik? Yeni Ford Ranger Wildtrak’la Anadolu gibi çağlar boyunca pek çok önemli medeniyete ev sahipliği yapmış bu topraklarda arkeoloji temalı bir “Road Trip” yaptık da o nedenle... Adını da “Batı Anadolu Antik Rotası” koyduk. Bu özel temalı seyahat planının ve rotasının amacı elbette ağır bir arkeolojik deneyim veya aydınlanması yaşamak değil. Hem güzel bir rota oluşturmak hem de onu böylesine özel bir temayla karakterize etmekti. Hatta belki de kıymetini daha çok bilmemiz gereken bu hazinelere nispeten dikkat çekmek. Göreceğiniz rotanın birçok bölümünü normal şartlarda pek de geçmeyi planlamayacağınız yerlerden seçtik. Yeni yerler görmek yeni yollar keşfetmek temel amacımızdı. Ve inanın ben bir naçizane “Road Trip” fanatiği olarak bu seyahatte kat ettiğim yolların %70-75’inde ilk defa tekerlek çevirdim... Ege ve Akdeniz’deki önemli 10 antik kenti birbirine bağladık. Ancak söylediğim üzere olabildiğince alternatif yollardan giderek bunu yapmaya çalıştık.

Rotanın ana tarifini şöyle yapabilirim; Çanakkale Truva’dan başladık ve ardından hedef bir diğer yakın ören yeri Assos’tu. Oradan istikametimiz Kozak Yaylası üzerinden Bergama ve bölgenin iki önemli Antik Kenti Pergamon ve Asklepion oldu. Daha sonra efsane Efes’e yöneldik. Efes sonrası pek de hak ettiği ilgiyi görmeyen Aydın’daki Afrodisyas’tı hedefimiz. Hemen ardından Denizli’ye ve Hierapolis’e uğradık. Burdur sınırlarında bulunan ve kanımca yeterince bilinmeyen Antik Kent Sagalassos sıradaki durağımızdı. Son olarak da Antalya’ya doğru uzanıp Akdeniz’e ayak basarak Perge ve Phaselis’le rotamızı sonlandırdık. Yeni Ford Ranger Wildtrak’ın yol arkadaşı olduğu bu maceranın hikayesini anlatmaya başlayalım o zaman...

1. Gün: Çanakkale-Behramkale-Bergama / Truva-Assos Antik Kentleri

Mesafe: 270 km

Batı Anadolu Antik Rotamızın başlangıç yeri Truva. Çanakkale merkezden yaklaşık 30 km’lik bir yolculuktan sonra Truva’ya ulaşmak mümkün. Truva gideceğimiz diğer kentlere göre belki de ayakta kalma ve mimari büyüklük açısından geri sıralarda kalan bir ören yeri. Fakat tarihsel derinlik söz konusu olunca işler değişiyor tabii. Homeros’a kulak vermekte fayda var... Ayrıca yeni açılan Truva Müzesi bu açıdan eksikliğini fazlasıyla gideriyor. Çok modern ve iyi bir mimariyle yapılmış Truva Müzesi’ni görerek maceraya başlamak son derece ideal. Hatta mükellef bir akşam yemeği misali düşünürsek, Truva nefis bir iştah açıcı başlangıç olarak nitelendirilebilir. Merak duygunuzu fevkalade tetikliyor kısacası.

Buradan çıktıktan sonra çok kısa bir mesafenin ardından Çanakkale-İzmir yoluna ulaşıp toplamda 25 km sonra Ezine’ye varıyoruz. Buraya kadar nispeten ana arterlerden seyahat ediyoruz.

Çanakkale’den sahile inene kadar; yani Küçükkuyu’ya kadar bu yolu çok keyifli bulurum. Hem çevre hem de yolun sürüş keyfi gayet iyidir. Ezine den sonra sağa ayrılıp denize doğru direksiyon kırıyorum. İlk durağım Babakale olacak. Buraya ulaşmak için birkaç alternatif yol var ve uzunlukları da yaklaşık aynı. Ancak ben sahil şeridine en yakın yol üzerinden Kösedere’ye vararak oradan Babakale’ye ulaşmak amacındayım.

Haziranın ilk haftası ve Kuzey Ege’de müthiş bir ışık bize eşlik ediyor. Hâlâ bahar ruhunu kaybetmemiş doğa ve bitki örtüsünün sunduğu güzelliklerin arasında gözlerime hitap edenleri elbette küçümseyemem; ancak burnuma hitap edenler, yani kokular bilmem nedendir daha kıymetli geliyor. Kıyıya ulaşıp Ege’yle tekrar buluşunca manzaranın tadını çıkararak, gaza küçük dokunuşlarla Ranger’ın alt devirlerdeki o eşsiz torkunu kullanarak seyrediyorum. Buraya kadar asfalt kalitesi oldukça iyi. Ezine’den sonra bir süre çok iyi bir asfaltla ve geniş sayılabilecek yoldan sürüş yapabiliyorsunuz.

Daha sonra daralan ama konforunuzu bozmayan, biraz daha alternatif sayılabilecek bir yol karakteriyle devam ediyorsunuz. Yol hem sürüş keyfi hem de yol kalitesi açısından son derece iyi. Babakale ülkemizin Asya topraklarının en batı ucu. Hatta buradan isterseniz muhtarlıktan “Asya’nın ne batı noktasına gelmek” babında bir sertifika bile alabiliyorsunuz. Babakale son derece sevimli, sade, olması gerektiği gibi bir Kuzey Ege balıkçı kasabası. Konaklama, yeme içme vs. açısından imkânlar var ama kısıtlı. O güneyde gördüğümüz tesis bonkörü hal mevcut değil. Keza bu durumdan ben kişisel olarak memnun oldum diyebilirim...

Limanda biraz vakit geçirip, tarihi kaleye çıkarak manzara seyrettikten sonra tekrar marşa basıyoruz. İstikametimiz Behramkale. Yaklaşık 30 km’lik bir sürüş yapacağım. Ancak 8-10 km kadar toprak yoldan gitmem gerekiyor Assos’a giden yola çıkmak için. Toprak yol hiç de kırıcı sayılmaz, Ranger’ı dört çeker moda alarak biraz da keyif yaparak bu sektörü aşıyorum. Behramkale’ye kadar nefis bir asfalt denemez ama bozuk olmayan yamalı bir yoldan gidiyorum. Coğrafya tahmin edersiniz ki çok güzel, zeytin ağaçlarının o tıknaz ama duru görüntüsü çevreyi harika bir fotoğrafa çeviriyor. İnip çıkarak ilerleyen yol sayesinde çevre görüşü hat safhada. Assos antik kentine varıyoruz, ortalık oldukça sakin. Hatta bir şeyler içmek için kısa bir mola vermek istiyoruz ancak hemen hemen bütün işletmeler kapalı. Açık olan da “çayı yeni demledim abi...” diyerek, onu gördüğümüz anda parlayan gözümüzdeki feri alıyor. Neyse termosta sabahtan kalan kahveye talim ediyoruz.

Assos malum küçük bir yer, kenti gezdikten sonra hâkim tepeden Edremit Körfezi’nin müthiş manzarasını seyrediyoruz. Rüzgârın savurduğu deniz kokusunu içimize çektikten sonra tekrar yola çıkma zamanı. Günün heyecanla beklediğim parkuruna doğru hareket edeceğiz. Ama öncesinde belki de tüm rotanın en sıkıcı etabını geçeceğiz. Edremit’e kadar 65 km yolumuz var.

Çanakkale-İzmir yoluna çıkana kadar sahilden devam ediyorum. Bu bölgede birçok kamp alanı var ancak geçtiğimiz bu dönemde hiçbiri henüz açmamış. Ana yola bağlandıktan sonra Edremit’e kadar bahsettiğim sıkıcı bol trafik ışıklı ve adeta şehir içi sürüşü andıran yoldan devam ediyorum. Edremit’i aşıp Burhaniye’ye doğru döndükten sonra ortalık biraz ferahlıyor. Artık İzmir’e doğru yönümüzü çevirdik.

Hedefimiz Bergama ve günü orada sonlandıracağım. Bu yoldan aşağıya doğru birçok kez seyahat etmiş olma ihtimaliniz yüksek. Bergama için Ayvalık’ı geçip Dikili’den sonra sola döner ve hedefe ulaşırsınız, ancak ben öyle yapmayacağım. Ayvalık’a gelmeden önce, Gömeç’i geçtikten sonra, Edremit’ten 40 km sonra solda bir tabela göreceksiniz “Kozak” diye; işte o sihirli bir tabela, onu sakın kaçırmayın. Belki sizi Hobbit’lerin güzel kasabası Shire’a götürmeyecek, ama Kozak Yaylası’na götürecek ve buna değer...

Kozak Yaylası, deniz seviyesinden yüksekliği 500 ila 1000 m arasında olan çok sıra dışı bir coğrafi bölge. Karadeniz Yaylaları gelmesin aklınıza, geniş yüksek ovalardan bahsetmiyorum. Elbette düz alanlar da var ama burası yoğun bir çam ormanı bölgesi, hatta fıstık çamı ormanları... Dünyanın sayılı çam fıstığı üretim bölgelerinden, hani dolmaların içine koyulan ve benim geçenlerde kilo fiyatını görünce “bu ne ki!..” diye yutkunarak tepki verdiğim ürün. Kozak Yaylası sıra dışı bir kayalık yapıyı da bünyesinde barındırıyor, içinde dolaştıkça göreceksiniz. Ana yoldan sola sapıp içeriye doğru yol almaya başladıktan 55 km sonra Bergama’ya geliyorsunuz. Ancak Ranger’ın arazi yeteneklerini bildiğim için bulduğum toprak yollardan içeriye rastgele dalıyorum. Amaç keşfetmek kesin bir hedef yok, kimi yerlerden tırmanarak enfes manzaralar buluyorum. Fıstık çamlarının o top top görüntüsüyle kokusu tarifsiz. Ana yoldan Bergama’ya giderken sırf yolu uzatmak için paralel yollara girip ilerden tekrar ana rotama çıkıyorum. Her yer birbirine benzer ama her yer birbirinden farklı.

Keşfede keşfede bulduğum bir dere yatağına Ranger’ı sırf haylazlık olsun diye, yine maceracı duyguyu prangaya almayıp sokuyorum. Biraz eğleniyoruz ve yola devam. Gün akşamın güzel ışığına dönmeye başlıyor. Bergama’ya az kaldı, yorulduk ama meşhur Pergamon ve dünyanın ilk sağlık merkezlerinden Asklepion’u da akşamın o altın sarısı ışığında görmek istiyoruz.

Yarın için daha kısa bir rota planladım dolayısıyla nispeten vaktimiz var ve gerekirse yarın tekrar gideriz diye düşünüyorum. Günün sonunda Bergama’dayım. Asklepion sağlık merkezi algısından sebep mi bilmem ama bana biraz huşu veren hisler yaşatıyor. Dedim ya altın sarısı ışık yanındaki tepelerin üzerinden antik kentin sütunlarına yansıyınca belki de ister istemez öyle hissediyorsunuz.

Yaklaşık 270 km’lik bir gün oldu. Kuzey Ege’nin sıcak ama serin ruhunu hissetmek için nefis bir rotayı geçmiş olmanın mutluluğuyla Bergama köftelerini afiyetle mideye indirebiliriz artık...

2. Gün: Bergama-Kemalpaşa-Selçuk / Efes Antik Kenti

Mesafe: 190 km 

Geceyi Bergama’da geçirdikten sonra sabah Pergamon’a çıkıyoruz. Hâkim tepeden şehre bakan antik kent biraz tırmandırmak suretiyle bir nevi sabah sporu yaptırıyor. Efes kadar olmasa da oldukça efor isteyen bir şehir, eğer ziyaret ederseniz teleferikle de çıkma şansınız var ve böylece hem şehir hem de eşsiz bir çevre manzarası görebilirsiniz. Kentin arkasına doğru yürüdüğünüzde de Kestel Barajı çok iyi bir başka manzara olarak karşınıza çıkıyor. Şehri gezdikten sonra Efes, yani Selçuk’a gitmek için hareketleniyoruz…

Normal şartlarda şehirden çıkıp Aliağa’ya doğru ilerleyip sahil şeridinden Menemen’e ulaşarak İzmir’e gidersiniz, ancak bizim prensibimiz olabildiğince alternatif yollar keşfetmek malum. O nedenle Bergama’nın hemen güney cephesinden yükselen alçak dağları gözüme kestiriyorum. Bu arada haritaya bakmak için duracakken bir motorcunun yol kenarında durduğunu fark ediyorum. “Tam aradığım adam her yeri bilir…” diye içimden geçirip selam verdikten sonra, “Valla ben pek bilmem motor da benim değil zaten!” cevabını alıyorum. Dolayısıyla kendime “kurda sormuşlar neden ensen kalın?” motivasyonunu salık vererek yola devam ediyorum.

Planladığım yolda kararlıyım, şehre yakın Armağanlar ve Gaylan köylerine doğru yol yavaş yavaş tırmanıyor. Son derece güzel bir asfalt ve viraj kombinasyonlarıyla çok keyifli başlıyor yol. Yükseldikçe kimi zaman orman kimi zaman maki manzaraları, Bergama’nın kurulduğu geniş düzlüğü de arkasına alarak çevremizi sarıyor. Yaklaşık 30 km kadar bu şartlarda giderken yol hakkındaki “Vay canına ne şahane yolmuş!” yorumlarım sanırım nazar etkisi yaratıyor. Bir anda o “kaymak” asfalt çukurlu, bozuk, kimi yerleri stabilize bir hal alıyor.

Birkaç kilometre sabrediyorum, ama eğer uzun sürerse rota kurgusuna gölge düşürecek. Hoş Ranger için sorun yok sathı eze eze gidiyoruz ama yine de bu rotayı her tip otomobille yapabilirsiniz o nedenle fazla uzasın istemiyorum. Karşıdan bir Transit geliyor; sağ olsun işaretime duran arkadaşlar yardımcı oluyorlar ve yolun kısa bir süre sonra normalleşeceğini söylüyorlar. Biz de teşekkür edip devam ediyoruz. Bir ara artık görmeye alışık olduğumuz rüzgâr enerjisi santrallerinin sıklığı dikkatimi çekiyor. Yol en baştaki kadar harika olmasa da bozuk 7-8 km’yi geçtikten sonra biraz yamalı ama gayet yeterli bir asfalt kalitesiyle devam ediyor. Yine “off road” damarımız kabarıyor ve yoldan görünen sanki kilden yapılmış tepeyi gözüme kestiriyorum. Önce “çok dik ve yarıklı acaba gerek yok mu?” sorusu zihnimde hafif ama iç titreten bir rüzgâr gibi esse de dayanamıyor ve Ranger’i dört çeker moda alarak yükleniyorum gaza... Pek de keyifle tıkır tıkır tırmanıyorum, keza inişi de öyle.

Yola tekrar dönüp toplamda 50 km’ye geldikten sonra Osmancalı Bucağı’na varıyorum. Bir köy kahvesinde kısa çay molası... Yaklaşık 20-25 km sonra Manisa’ya inmiş olacağız. Buradan sonra yol biraz daha geniş ve yeni asfalta eviriliyor. Çevre motifleri genel olarak aynı ve yol yine keyifli ama biraz da tempo vaat ediyor. Bergama’dan buraya kadar olan rotadan çok keyif aldım. Sahil şeridine yakın bir bölge olsa da böyle bir rota planlamasam belki de hiç görmeyeceğim yerlerdi.

Manisa’ya varıyoruz, çevre yoluna kolayca çıkıp İzmir’e doğru klasik İstanbul-İzmir otoyoluna bağlanmış oluyoruz. İzmir yönüne gideceğim ve malum ardından Selçuk. Ama Aydın Otobanı’nı kullanmayacağım, Kemalpaşa üzerinden Torbalı’ya inmek hedefim. İzmir’e doğru inişe başlarken, Çiçekli ve Yakaköy’e doğru sapıp sol taraftan Kemalpaşa’ya yaklaşma niyetindeyim ama sapağı kaçırdığım için mecburen Bornova’ya iniyorum. Klasik yoldan Kemalpaşa’ya gidiyorum ve bu sektör seyahatin en hatalı hareketi oluyor. Şehir içinden dura kalka “Road Trip” ruhuna aykırı bir 25 km yol yapıyorum. Aslında hata Manisa’dan başlıyor. Oradan sonra Spil Dağı üzerinden Kemalpaşa’ya inmeliydim. Daha önce buraları geçtiğim için başka yollar keşfetme arzusuyla plana dahil etmedim. Ancak benim tavsiyem eğer bu bölgede böyle bir sürüş planlarsanız, Spil’e tırmanıp güzel manzaralar eşliğinde 45 km civarında bir yol kat ederek Kemalpaşa’ya doğru inmeniz.

Her neyse şimdi istikamet Torbalı, şehirden çıktıktan sonra güzel bir orman coğrafyasının içinden tırmanmaya başlıyorum. Yol Selçuk’a kadar duble yol artık, belki de rotanın nispeten daha hareketli parçalarından biri. Keyifli uzun virajları olan, Ranger Wildtrak’ın çift turbosunun torkunu keyifle denediğim tırmanma parkurunu aşıyorum. Ardından toplamda yaklaşık 40 km’lik tempolu sürüşün ardından Torbalı’ya varıyoruz. Girişinde ve çıkışında kısmen yerleşim yerlerinin olduğu şehri geçtikten sonra yine duble yol ama daha kaliteli bir asfalt ama düzlük yol karakteriyle 30 km sonra Selçuk’a teker değdiriyoruz. Efes Antik Kenti’ne gidenleriniz eminim çoktur. Ama ne zaman gittiğiniz de çok önemli. Benim çevremde yaptığım mikro anketlerde en çok çıkan cevap ne biliyor musunuz? “Gittim ama çok küçüktüm ya...” ve türevi cevaplar. İşte o sayılmaz, inanın sayılmaz çünkü ben de o grubun içindeydim 5 yıl öncesine kadar, oradan biliyorum. Ve ardından bu üçüncü gidişim. Zaman ve mekân algısının değiştiği, insanın kendini kaybettiği tabir caizse “korkunç” güzel bir yer(!)

Naçizane tavsiyem ilkbahar-sonbahar gibi sakin dönemlerde gitmeniz. Hem iklim açısından da sıcakta işler zorlaşıyor, çok adım isteyen bir şehir keza. Kalabalık yokken daha da içine girebiliyorsunuz o atmosferin, gerçi bu her yer ve her şey için geçerli, değil mi? Gün bitti, yarın rotamız İç Ege’ye doğru, hedef Tire, Nazilli ve Tavas üzerinden Denizli.

Devam edecek…