Yeni Ford Ranger ile Batı Anadolu Antik Rotası (3)

Batı Anadolu Antik Rotası

Gazeteci Koray Muratoğlu, fotoğrafçı Engin Irız ve Yeni Ford Ranger Wildtrak ile Batı Anadolu yolculuğumuz son iki günüyle karşınızda! Yeni yol maceralarında görüşmek üzere, keyifli okumalar!

Yazı: Koray Muratoğlu

Fotoğraflar: Engin Irız

5. Gün Ağlasun-Antalya Perge Antik Kenti

Mesafe: 186 km

Geceyi Sagalasos Antik Kenti’nin hemen aşağısında bulunan yeni ve daha çok bu kentin ziyaretçilerine hizmet veren bir otelde geçirdik. Yaklaşık bin rakımda olduğumuz için hava oldukça serindi. Serin olduğu kadar ferahtı ve Toroslar’ın kokusu her yerdeydi... Bu şartlarda uyuduktan sonra Akdeniz’in yükseklerinin gün ışığını görerek uyanınca müthiş hissetmemek ne mümkün.

Bugün Ağlasun’dan çıktıktan sonra gün finalini Antalya’da yapacağız. Dolayısıyla çok da uzun bir yolumuz yok aslında, yaklaşık 130 km. Ancak Ranger’ımız varken ve Toroslar’ın içine dalmışken öyle “pat” diye dümdüz Antalya’ya inecek halimiz yok elbette. Eğer isterseniz bu inişi bir hafta da sürdürebilirisiniz. Malum Antalya’nın sırtları keşfedilecek o kadar çok yerle dolu ki! Adeta bir başka Antalya var; hep yaz, plaj, deniz diye bakılan Antalya aslında deniz tatili dışında da inanılmaz bir potansiyel barındırıyor, bilenler bilir... İlçeden ayrıldıktan sonra 22-23 km kadar nefis bir asfalta sahip geniş yoldan aynı nefislikte orman manzaralarıyla yol alıyoruz. Bu sırada sağ tarafımdan gördüğüm bir toprak yol “güzel bir yere gidiyor sanki?” sorusunu aklıma karpuz kabuğu misali düşürünce hemen ayrılıp giriyorum. Elbette Ranger’ı yine dört çeker moda alarak.

Safkan yeşilin için dalıyoruz, toprak yolda bile çimenler bitmiş. Bir ara çamuru fark edemiyorum ve batma tehlikesiyle karşılaşıyorum. Lastiklerim “all terrain” veya “mud terrain” değil, asfalt ağırlıklı bir lastik. Ancak altarmayı “Low” moda alınca Ranger lastiğe de ihtiyaç duymadan gizli balçığın içinden sıyrılıyor.

Biraz yolu takip edince 10 km kadar sonra ana yola çıkılabileceğini bir çoban kardeşimizden öğreniyorum. Zaten ana yol görüş mesafesine hep girdiği için tahmin ederek devam ediyordum. Güzel bir toprak seansından sonra tekrar asfalta ulaşıyoruz. Kısa bir süre sonra da 950 rakımlı Köroğlu Beli’ni geçip inişe başladıktan sonra Isparta-Antalya hattına varıyoruz.

Şimdi buradan sonrası dediğim gibi hızlıca Antalya olabilir, ama yine sağ taraftan yayla köyleri olduğu belli olan bir-iki köy tabelasını görünce dayanamıyorum, nasıl olsa vaktimiz de var. Pek düşünmeden Ranger’ın direksiyonunu kırıyorum dağlara doğru, 15 km kadar çıktıktan sonra içinde olduğumuz Toroslar’ın çatısına iyice çıkıyoruz. Haşmetli Toroslar ayaklarımızın altında. İnip biraz seyredip fotoğraflar çektikten sonra geri dönüp tekrar ana yola geliyoruz. İşte maceraperestlik budur! Ama daha hain planlarım bitmedi...

Antik Kentler konusunda bir “Bonus” düşüncem var. O da hep tabelasını gördüğüm ama fırsat bulamadığım Kapıkaya Antik Kenti. Burası 1850’lerde keşfedilmiş, zorlu bir bölgede bulunan, çok da gün yüzüne çıkamamış bir ören yeri. Ulaşmak için Ağlasun’dan gelip Isparta-Antalya ana hattına çıktıktan 6 km sonra sola Güneyce Köyü’ne doğru dönünce; keza Kapıkaya kahverengi tabelası da var, bol taşlı bir dere yatağını geçip, adeta Alp Dağları yollarını andıran kalitede bir yola giriyorsunuz. İnsan kilometrelerce bu yolda sürüş yapabilir. Fakat 7 km gittikten sonra sağdan ayrılıp sert bir 3 km’ye giriş yapıyorum. Burası otomobilleri zorlanabileceği, ama Ranger’ın umurunda bile olmayacak kısa bir off-road sektör; sorunsuz aşıyoruz. Ve antik kent özelliklerinden ziyade sarp kayalıklar ve uçurumvari yamaçlarıyla etkileyici Kapıkaya’ya varıyoruz. Neden “Kapı” adı geçiyor o devasa kaya duvarlarından anlaşılıyor. Peter Jackson görseymiş “Yüzüklerin Efendisi” için kullanabilirmiş, abartmıyorum (tamam biraz abartmış olabilirim).

Kısa off-road’u geri dönerek o “Alp” muadili yola çıkınca ne yapıyoruz? Soldan ana hatta dönmüyoruz, “maceraperest yol uzatma şenlikleri” devam ediyor. Kovada Gölü’ne gideceğiz. Buradan da oraya bağlantı yolları var. Antalya’ya kulağı ters taraftan göstere göstere inmeye kararlıyım. Sağa dönerek 27 km sonra Kovada Gölü’ne ulaşacağım ama yol sadece 7-8 km böylesine iyi gidiyor, Çukurköy sonrası bırakın müthiş asfaltı, toprak yola dönüşüyor. Buraya kadar motorcular için harika bir yol onu da bir dipnot olarak düşelim. Bu keskin değişim bizim için sorun değil elbette.

Toroslar’ın içinde hiç araç ya da insan görmediğiniz, 14 km kadar toprak ama temiz yolun keyfini biraz da Ranger’ı zorlayaraktan çıkarıyorum. Çok güzel toprak ralli etabı olur burası, bu da bir diğer dipnot olsun. Yolun bitimiyle birlikte Eğirdir- Antalya hattına bağlanacağız ama vardığımız noktadaki köyün içinde asfalt dökme çalışmalarından ötürü yollar kapanmış. Öyle saçma yerlere çıkıyorum ki birdenbire kendimi bir kiraz bahçesinin girişinde buluyorum. Bahçede de çalışanlar var, “buyurun” diyorlar Anadolu insanı misafirperverliğiyle. Durumu anlatınca onlar da biraz serzenişte bulunuyorlar “garma garış ettiler yollamızı” diyerek... Sadece yol tarifi vererek yollamıyorlar bizi tabii ki, taptaze kirazlardan da bir torba arka koltuğa koyuluyor.

Neyse 5 km kadar sonra Kovada Gölü’ne ulaşıyoruz. Burası Eğirdir Gölü’nün bir uzantısı, civarı çok zengin bir bitki örtüsüyle kaplı. Dolayısıyla yaban hayatı konusunda da çok zengin olan, kuş gözlemcilerinin de çok rağbet etiği bir bölge. Kamp için de göl kenarında çok ideal alanlar var. Aynı zamanda Milli Park olduğu için çok büyük olmayan tesisler de bulabiliyorsunuz.

Göl civarında biraz tur atıyoruz, civar yollar yine çok kaliteli. Hal böyle olunca son bir yol uzatma hamlesi daha yapıyorum; Kovada’nın daha da güneyine inerek, belki de bir daha hiç geçme fırsatım olmayacak ara yollardan günün başındaki Isparta-Antalya aksına çıkıyorum. Çok da uzun sayılmaz aslında, toplamda 40 km kadar daha yol yaparak ana yola çıkıyorum. Ancak göl civarındaki o güzel asfalt devam etmiyor tabii. Hatta zaman zaman stabilizeye dönen kısa periyodların olduğu eski bir yol karakteri var. Peki, sorun mu bizim için; hiç değil...

Toroslar’ın içi, Antalya’nın sırtlarında doğa içinde sürüş ve keşif keyfinin sınırlarını zorladığımız bir gün oldu. Artık ana yoldan 60 km daha yol alarak Antalya’ya varacağız. Burası klasik bir şehirler arası duble yol malum. Ama yine de güzel manzaralarla inişi bitiriyoruz. Günün son durağı ise Perge, Akdeniz’in en büyük antik kentine Antalya merkezden de ulaşmak çok kolay. Hatta kent şehrin nerdeyse içinde. Yani trafik ışıkları, köşede bakkal market vs. derken bir anda kente geliyorsunuz. Bilerek ve hatta kasten yarattığım günün koşuşturmacasının ardından yine bir Akdeniz güneşi sarı ışıkları altında 2500 yıl öncesinin sesini; koca bir sütunun üzerine oturarak dinlemeye çalışıyorum. Bir gün daha böylece yok olup gidiyor, tıpkı kent gibi bir daha asla canlanmamak üzere...

6. Gün Antalya-Kemer Phaselis Antik Kenti

Mesafe: 75 km

Aslına bakarsanız bugün tabir caizse “eşantiyon” gün olarak nitelendirilebilir. Planımızdaki son antik kent Kemer’deki Phaselis. Zorlasak dün, yani beşinci gün sonunda Perge sonrası da buraya ulaşabilirdik. Ama son günü biraz daha keyfe keder, yavaş yavaş, yani “takılarak” yapma lüksünü tanımak istedik kendimize. Sıcak olmayan bir Antalya akşamında dinlendikten sonra öğlen olmadan yola çıktık. Akdeniz sahilleri sıcaklık konusunda küçük alarmlar vermeye başlamıştı. Yine de bildiğimiz o korkunç sıcaklar başlamamıştı tabii.

Yolumuz geçen günlere kıyasla bakılırsa malum hiçbir şey sayılır. Antalya Phaselis arası 57 km, biz konakladığımız yerden 75 km gideceğiz. Bugün de uzatmak istesek Konyaaltı’ndan yukarılara tırmanıp Sivri Dağ civarından, Söğütcuma üzerinden de Kemer’e doğru inebilirim ama dedim ya bugün artık biraz daha sakin olup son görevimizi yerine getireceğiz. Bu arada siz eğer gelecek olursanız yukarıdan bu lokasyonlardan geçmenizi öneririm. Dünya Ralli Şampiyonası Türkiye’de ilk organize edildiğinde Rally of Turkey bu bölgede yapılmıştı, o yüzden çok iyi bilirim ve son derece keyif alacağınız yayla yolları ve coğrafya göreceğinizi garanti edebilirim. Hani demiştim ya “Bir başka Antalya” diye işte o misal...

Son sektörümüz klasik Antalya-Kemer sahil yolu, birçok kez geçmiş olma ihtimaliniz yüksek. Solda lacivert Akdeniz’i, sağ tarafta yeşil ve haşin çam ormanlarıyla kaplı dağları seyrederek yol aldık. Sık sık yol çalışmaları olurdu tamamen bitmiş. Kemer’e varıyoruz; Phaselis, Kemer’i geçtikten 15 km sonra. Yol üzerinden tabelasını görüyorsunuz zaten, sahile doğru döndükten sonra 1 km sonra giriş karşınıza çıkıyor.

Phaselis’i şimdiye kadarki ziyaret ettiğimiz yerlerden ayıran en önemli özellik buranın bir sahil kenti olması. Çok uzun süre farklı medeniyetlerle de önemini korumuş bir liman kenti. Aynı zamanda bir plaj, müzeye girer gibi ücretli bir plaj. Yüzlerce yıllık kalıntıların arasında güneşlenip, onların arasından denize girebiliyorsunuz. Çam ağaçlarının arası yayılmış kalıntıları gezdikten sonra ören yerinden ayrılıyoruz.

Altı gün süren yolculuğun sonunda yaklaşık 1200 km yol yaptık. “Batı Anadolu Antik Rotası” adını verdiğim bu yolculuk birbirinden güzel antik kentleri birbirine bağlayan, olabildiğince alternatif yolları barındıran bir rotaydı. Kuzey kıyılarından başlayıp yurdun güney sahillerine indik. Ege-Akdeniz coğrafyası içinde müthiş bir “Road Trip” yaşadık. 6 gün boyunca yollardaydık. Ford Ranger Wildtrak’ta sadece geceleri uyumadım, onun dışında evim oldu. Sabahtan akşama kadar yolları kovaladık. Amaç zaten yolda olmaktı, hedef makyavelistçe kullandığımız bir argümandı; gitmek, gitmek ve gitmekti derdimiz... Eminim dimağınızda bu hikâyeyi okuduktan sonra hoş bir tat kalacaktır. Ancak benim yaşadıklarım, gördüklerim, duyduklarım, kokladıklarım, ezcümle hissettiklerimin yanında çok eksik olacaktır. O nedenle bu reçeteyi umarım pratiğe geçirme fırsatınız olur. İşte o zaman ne demek isteğimi daha iyi anlayacaksınız...

Son...