Yeni Ford Ranger ile Batı Anadolu Antik Rotası (2)

Batı Anadolu Antik Rotası (2)

Gazeteci Koray Muratoğlu, fotoğrafçı Engin Irız ve Yeni Ford Ranger Wildtrak ile Batı Anadolu yolculuğumuz devam ediyor! Keyifli okumalar!

Yazı: Koray Muratoğlu

Fotoğraflar: Engin Irız

3. Gün Selçuk-Nazilli-Denizli Afrodisyas Antik Kenti

Mesafe: 263 km

Bugün daha tempolu bir gün, ilk günden biraz daha fazla yol yapacağız. Fakat belli birkaç sektör dışında yol genel olarak hızlı olacak. Yani ralli jargonuyla “vıdı vıdı” tabir edilen bol virajlı yollardan çok düzlüklerden seyredecek. Selçuk’tan güzel bir pastane karbonhidratı yüklemesinden sonra yola çıkıyoruz. Fotoğrafçı arkadaşımın arşivindeki hareketli funk dj setler önce Ranger’ın ses sistemini, ardından da bizi hoplatıyor; ki dereotlu poğaçaların ağırlığına tek çare bu sanırım.

Rotamız Tire. Yaklaşık 40 km’lik bir mesafemiz var. Duble asfaltla başlayan aks kısa bir süre sonra gidiş-geliş yola dönüyor. Gerçekten birkaç yerleşim yerini geçerken döndüğünüz virajlar dışında dümdüz bir yol. Zaten Tire’ye geniş bir ovanın içinden geçerek varıyorsunuz. Etraf yemyeşil ama verimli bir tarım bölgesinden geçtiğiniz görsel olarak da çok belli. Toprak yapısı ve Küçük Menderes Irmağı’nın da etkisiyle bölge tarım ürünleri açısından son derece çeşitliliğe sahip bereketli bir bölge. Erken saatte geçtiğimiz için Tire köfte hayallerimiz suya düştü diyemeyeceğim, çünkü hayalleri akşam kurarken, erken geçeceğimiz gerçeğiyle yüzleşip geceden düşürmüştük zaten.

Tire şehir merkezini geçtikten sonra Ödemiş’i de teğet geçip Beydağ’a doğru yol alıyoruz. Yol karakteri hemen hemen aynı, yine tarım arazilerini arasından geçen biraz daha geniş iyi bir asfalt. Beydağ’a yaklaştıkça yol daralıyor ve küçük köylerin içinden geçiyoruz. Sevimli Ege yerleşim yerleri atmosferi... Görülmesi gereken yerlerden biri Beydağ Barajı… Ancak daha yolumuz var ve maalesef vakit ayıramıyorum. Buradan sonra düzlük coğrafya karakterimiz bir anda değişiyor ve Nazilli’ye ilerlerken dağlara doğru tırmanmaya başlıyoruz. Ayrıca tekrar “viraj” kombinasyonları için vaktin geldiğini hissedebiliyorum; bilakis fazla düzlük benim başımı döndürür.

Beydağ’dan Nazilli çok uzak değil, fakat iki yol seçeneği var. Ben biraz daha uzun ama daha iyi olduğu söyleneni tercih ediyorum. Eminim diğeri de coğrafya olarak güzeldir; keza birbirlerine yakınlar ama geçtiğimiz bölge gerçekten çok nefis. Işıklar ve Rahmanlar üzerinden aşağıya doğru ineceğim. Tırmanmaya başladığınız anda dağlık bölge, Ege’den ziyade Akdeniz hissi uyandırıyor. Yüksek ve bol çam ağaçları yol karakteriyle birlikte atmosferi de bir anda değiştiriyor. Bu sert değişimler yakın mesafelerde ve hızlıca olunca yolculuktaki o gözlemleme keyfini çok iyi tetikliyor ve sizi zinde tutuyor.

“Vıdı vıdı” karakterle tırmanıyorum ve Ranger’ın kombine virajlardaki şasi dengesi bana ayrıca bir keyif veriyor. Bir pikap için ziyadesiyle rijit ve çizgisinde kalmayı beceriyor. Anlaşılacağı üzere bu güzel yola dayanamayıp biraz tempo yaptım. Tırmandıkça gördüğümüz kasabalar, köyler enteresan şekilde Karadeniz dağ köylerini anımsatıyor. Benzer şekilde yamaçlara kurulmuş, yüksek, uzun çakılı temeller üzerinde evler var. Gerçekten Karadeniz yayla evleri misali. Bu atmosferde devam ediyoruz bir süre… Sonra iniş başlıyor, gerçi çok uzun bir tırmanış ve rakım görmedik onu da belirtmeliyim. İnerken yol yine dar ama iyi asfalt karakterini koruyor. İrili ufaklı yerleşim birimlerini geçerek 40 km’nin sonunda Nazilli’ye gelmeyi başarıyoruz. Kasaba köyleri de kapsam içine alarak bir kez daha belirteyim son derece Akdeniz havası söz konusu. Ve bu bölümden çok keyif alıyorum.

Nazilli’ye indik, şehrin içine girmeye gerek kalmadan Aydın-Denizli ana arterine çıkıyoruz. Çok merak ettiğim ve hiç görmediğim Afrodisyas’a az kaldı. Ana yoldan 12 km yol alacağım, burası klasik bir şehirler arası yol, geçenleriniz çoktur mutlaka. Benim şehirler arası yollarda en sıkıcı bulduğum şey nedir biliyor musunuz? Sık sık trafik ışıklarıyla karşılaştığım bölümler... Mesela ben yeni İstanbul-İzmir otobanını çok tercih etmiyorum, eski yolu oldum olası severim. Lakin en çok şu açıdan sempati duydum; Akhisar’dan başlayıp Manisa’ya gelene kadar o dur-kalk, kavşak-ışık vs.’den kurtulduk ya, harika oldu.

Akihsar’a gelince mutlaka giriyorum. Burada da o kadar olmasa da sık ışıklarla Karacasu sapağına varıyoruz, neyse ki kısa mesafe. Sonrasında yol yine gidiş-geliş ama geniş, soğuk asfalt ve kalitesi gayet iyi. 25 km sonra Karacasu’ya varacağız. Burada coğrafya yine ani bir manevra yapıyor, elbette yeşillik ama biraz daha düzlükler bol ve içinde boz renkler de kendini gösteriyor. Ve onların gördüğünüz uzak kenarlarında dağlar nefis bir tamamlayıcı olarak duruyor.

Çok geçmeden Karacasu’ya varıyoruz, Aydın’ın sevimli bir ilçesi burası. Hafif bir yamaca kurulmuş, girerken de çıkarken de bol bol zeytin ağaçları size eşlik ediyor. Aslında Karacasu merkeze girmesek de olurmuş, nasıl olduysa ben kahverengi Etnografya Müzesi tabelasını Afrodisyas zannedip girmiş bulundum, ama 2-3 km sonra aynı yola ileriden tekrar indim. Kısacası ilçe merkezini görmüş olduk bu hatayla. Sorun yok, beş dakikamızı aldı. 10 km sonra ise Afrosisyas’a vardık, zaten ana yoldan içeri 500 metre gittikten sonra kent karşınıza çıkıyor.

Yine çok sakin bir andı ve 30 bin kişi aldığı tahmin edilen stadyuma doğru çok da yürümeden ulaştım. Yoğun ağaçların arasından gelen ışık huzmeleri ve ağustosböceklerinin tiz ama huzur veren sesiyle kenti dolaşırken ne kadar da iyi hissettiren bir yer olduğunu düşünmemek elde değil.

Afrodisyas’ın içinde bulunduğu coğrafyadan mı nedir gerçekten farklı bir duygusu var. Ağaçlar ve yeşil örtü kentin içine işlemiş belki bu da bir ayrı sıcaklık yaratıyor. Bu arada Ara Güler kentin keşfiyle ilgili son derece önemli bir figür. Hikâye uzun ama kısaca; baraj temel atma töreni için bölgeye gelen Güler, gece mecburen bir köyde kalır. Binlerce yıllık sütunları fark eder ve fotoğraflayıp, fotoğrafları İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne götürür. Ardından o koca Afrodisyas’ın tekrar gün yüzüne çıkma serüveni başlar. Merak edenler biraz internet araştırmasıyla detaylara ulaşabilir.

Enfes birkaç saatten sonra yollar bizi bekler ve Denizli’ye varmak için Ranger’ın marşına basılır. Yaklaşık 85 km’lik bir yolumuz kaldı. Akşamüstü ışığı her zaman olduğu gibi çevreyi daha da cezbedici yapmaya başladı, güzel bir gün finali bizi bekliyor. Tavas üzerinden gideceğim ve 40 km yolum var, ilk 20 kilometresi tek şerit ama gayet iyi bir asfaltla seyrediyor. Karahisar’a geldikten sonra duble yola dönüyor. Tavas’a doğru dağ manzaralarıyla yol alıyoruz, binlerce zeytin ağacı da bize arkadaşlık ediyor.

Ardından Denizli yönüne dönüyorum, uzaktan gördüğümüz dağların içine sızma vakti. Gün batımıyla birlikte çam ormanlarıyla kaplı Honaz Dağı’nın iç yollarından Denizli’ye iniyoruz. Güneş karşımdan o kadar güzel geliyor ki siperliği indirmekte direniyorum; hatta indirmiyorum. Burası duble bir yol ve sürüş keyfi veren virajlara sahip bir iniş sektörü. Yaklaşık 35 km sonra Denizli’ye varıyoruz. Ama pilimiz de gün de bitti, Pamukkale ve Hierapolis artık yarına... Bu arada Vedat Milor’un “Yediğim en iyi kokoreç dediği Tavas’daki yeri resmen unutup geçtiğimi fark edip, kafamı duvarlara vuruyorum. Ve sonra kez bir daha vuruyorum...

4. Gün Denizli-Burdur-Ağlasun Hierapolis ve Sagalassos Antik Kentleri

Mesafe: 203 km

Dünün tempolu sürüşünden sonra bugün nispeten daha kısa ve biraz daha koşturmasız bir gün olacak diye düşünüyorum. Sabah kalktıktan sonra erken saatte Pamukkale’nin yolunu tutuyoruz, Hierapolis Antik Kenti de orada ve şehir merkezinden 20 km uzaklıkta.

Kente vardıktan sonra günün daha rahat olacağı düşüncesine limon sıkılıyor. Kentin Güney Kapısı kapalı olduğu için üst girişten giriyoruz ve bu bize uzun bir yürüyüş olarak geri dönüyor. Elbette antik kent gezerken yürümekten imtina etmek olmaz ama sıcaklığın da artacağı tuttu.

Hierapolis travertenlerle komşu geniş bir alana yayılmış kocaman bir antik şehir. Hepsi gibi buranında kendine has bir atmosferi var. Daha çorak bir alan, dümdüz ve kocaman bir ovaya bakıyor ve coğrafya kentle birlikte sonsuzluk hissini belki biraz daha yoğun hissetmenizi sağlıyor. Uzun yürüyüşün ardından antik tiyatro ve Batı Anadolu’nun en büyük nekropolünü (yaklaşık 2 bin mezar barındırıyor) gördükten sonra yola devam ediyoruz.

Sıradaki hedefimiz Burdur, Acıpayam’a doğru ilerleyip Yeşilova yönüne saptıktan sonra ilk durağımız Salda Gölü olacak. Denizli’den dün akşam geldiğimiz Honaz Dağı eteklerinden geri tırmanarak ayrılıyoruz. Tavas ayrımından sonra kısa bir inişle yine geniş düzlüklerin olduğu ovalar karşımıza çıkıyor. Denizli il sınırları içinde toplam sekiz ova var ve toplamı 2073 kilometrekare. Zaten bizim gibi civarda yol aldığınızda fark etmememiz mümkün değil.

Salda için 45 km yol aldıktan sonra ana yoldan sola dönüyorum. Buraya kadar bildiğiniz standart şehirlerarası duble yol üzerinden seyrediyoruz. Ancak Salda’ya dönüş yaptıktan sonra yol tek şeride geçiyor. Denizli’den gelirken solumuzda gördüğümüz o dümdüz ve sarı ve yeşilin tonlarının harman olduğu ovanın içine dalıyoruz. 35 km yolumuz var ve aşarken görüyorum ki toplam viraj sayısı belki de 10-15 tane. Yani o kadar düz bir sektör geçiyorum. Salda’ya yaklaşırken düzlük bitiyor ve hafif bir tırmanmayla alçak tepelere çıkıyoruz, buradan itibaren o düzlük manzaralar sona eriyor ve tekrar yamaçlar ve orman manzaraları başlıyor. Zaten Salda’ya az kaldı.

Burdur il sınırına girdikten sonra yol da çok daha yeni bir asfalta eviriliyor. Salda civarında bu karakter hemen hemen her yerde hâkim. Kısa çıkış gibi düşük eğimli bir kısa iniş sonrası meşhur Salda Mavisini görüyoruz. Biraz dinlenmek ve termostaki kahveden yudumlamak için göl kenarına inip beyaz kumlar üzerine uzanıyorum. Burası da çok sakin, o nedenle daha da keyifli... Salda’dan yola çıktıktan sonra civarda biraz çekim yapıyoruz, şimdi hedefte Burdur var. Yeşilova üzerinden kente ulaşacağım. Yol tamamen gidiş-geliş tek yön ama genel olarak yeni asfalt. Kimi yerlerde yamalı soğuk asfalta dönüyor. Çevre, Denizli civarı gibi ova değil ama yine de düzlük sayılır. Ağaç oranı da düşüyor ve ekinlerin sarı yeşil arası renkler aldığı geniş tarım arazilerini seyrediyoruz. Bölgenin fotoğrafı kendine has bir renkte. Burdur’a gitmek için iki seçeneğim var. Mesafe olarak hemen hemen aynı. Yarışlı Gölü’nün ya üzerinden yani Harmanlı içinden gideceğim ya da altından.

Alt yolu tercih ediyorum, Burdur’a kadar 70 km yolum var. Şehre yaklaştıkça bölgenin önemli ekonomik sektörlerinden mermer ocakları dikkati çekiyor. Sık sık beyaz kaleleri andıran ocaklar göze çarpıyor. Bazıları gerçekten çok büyük, resmen “dağları deldim” vurgusu abartılı olmaz. Ancak sakin ve eski de olsa iyi asfalta sahip dar yol güzel bir sürüş keyfi sunuyor. Burdur’a yaklaşık 25 km kala daha bir ana artere çıkıyorum. Burası aslında duble yol ama yıllardır bitmeyen çalışmalar devam ettiği için sürekli şerit kapanıyor ve pek sevimli bir yol değil. Ancak sol tarfta Burdur Gölü kendini gösterdiği için manzarayla kendimi avutuyorum.

Şehre yaklaşıp yine sık sık trafik ışıklarına maruz kaldıktan sonra, Afyon-Antalya yoluna çıkıyoruz. Burada da çok kalmayacağız, 12 km sonra günün nihai hedefi Sagalassos için Ağlasun yoluna sapacağım. Hemen de geliyorum zaten, buradan sonra da başka bir coğrafya ve yol karakteri var. Çabuk geçen ve değişken coğrafyayla “Road Trip” ruhu bugün için de dipdiri duruyor. Hedefimiz hedef değil malum, yolda olmak... Ağlasun’a 20 km var ve burası da yine daha Güney Akdeniz tatları barındıran dağlık bir çevre. Yolda dolayısıyla daha virajlı ve keyifli. Bir tarafınız dağ bir tarafınız alçak yamaçlar ve manzaralarla kaplı. Akşam ışığı da döne döne gittiğiniz yolda saklambaç oynarcasına kendini bir gösterip bir saklayınca son derece keyifli bir son sektör oluyor benim için. Ağlasun’a inmeden Çatak Beli’ni geçiyoruz, rakım 1477 m.

İlçeye girdikten sonra Sagalassos’a çıkmak için 8 km’lik kısa ama çok güzel bir yoldan tırmanmanız gerekiyor. Gerçekten daha uzun olsa dedirtecek tipte bir tırmanma parkuru. Kente varıyoruz, Sagalassos aslında az bilinen ama gerçekten konumu itibarıyla çok özel bir kent. Sagalassos’un yüksekten görünen, engin vadi ve Batı Toroslar’ın birleştiği manzarası her şeyin daha da kadim hissedilmesine neden oluyor. Burayı mutlaka görün!

Devam edecek…