Türkiye'nin Pazarları 10. Bölüm: Alanya Oba Pazarı

trp10
coskun aral

Coşkun Aral Coşkun Aral

Ford Otosan’ın yol arkadaşlığında başladığımız Türkiye’nin Pazarları macerasının yepyeni güzergâhından herkese merhaba! 10. bölümde güzel ülkemizin en güneyindeki noktalarından birine, Alanya’ya gidiyoruz. Bu hafta Alanya’yı seçmemizin birkaç nedeni var ama bunların başında, sevgili arkadaşımız Ekin Kollama’nın daveti geliyor. Ekin, ailesinin avokado bahçesinde yılın en hareketli zamanlarından biri olduğunu söyleyince, Timur da direksiyonu güneye kırmak istedi. 

Hazır İstanbul’da ve ülkenin pek çok yerinde havalar soğurken, hala sonbahar havası yaşadığını öğrendiğimiz Alanya’nın yollarına düştük. Ancak Alanya bizi bu anlamda tuhaf bir sürprizle karşıladı. Birazdan bahsedeceğim.

Bu yolculukta bize Ford ailesinin Courier üyesi eşlik ediyor. “Kurye” anlamına gelen Ford Courier, adındaki vaadi layıkıyla yerine getiriyor. Müthiş bir yük kapasitesine sahip olan Courier, ister iş amaçlı ister uzun yol, piknik veya kamp yolculuğu gibi eğlence amaçlı kullanılsın, hepsine cevap veriyor. Uzun yola rağmen ne ben ne de Timur hiç yorulmadan, konforlu bir seyir izledik. 

Küresel Bir Pazar: Alanya Oba Pazarı 

Alanya Oba Pazarı, bugüne kadar ziyaret ettiğimiz pazarlardan epey farklı. Bunu sağlayan sadece ürün çeşitliliği de değil. Alanya, 80’lerden itibaren ülkenin turizm anlamında en popüler noktalarından biri olma özelliğini halen taşıyor. Üstelik aradan geçen zamanda yabancılar burayı yalnızca ziyaret etmekle kalmadı; Almanya’dan, Rusya’dan, Hollanda’dan, Kanada’dan, İngiltere’den ve son yıllarda İran’dan, Irak’tan hatta Sudan’dan bile yerleşik olarak göç alan kozmopolit bir şehir burası.

Dolayısıyla pazarda tüm bu dünya vatandaşlarının zevklerine hitap eden ürünler var. Bunun yanı sıra özellikle baharatlar ve kuruyemişlerde birden çok dilde hazırlanan tabelaları, birçok üründe döviz üzerinden yapılan fiyatlandırmaları görüyoruz.

Alanya Oba Pazarı bol tropik ürünün bulunduğu bir yer. Avokado, ejder meyvesi gibi bizim için görece yeni meyvelerin yanı sıra yerli tropikal meyvelerin de en güzellerini bulmak mümkün. 

Gelelim Bugünkü Mutfak Planımıza

Bugün avokado başrolde. Ona yardımcı oyuncu olarak da Brüksel lahanasını seçiyoruz. Bol vitaminli, proteinli, yeşil bir sofra olacak.

Bu yüzden önce avokadoyu alıyoruz. “Madem ziyarete avokado yetiştiricilerine gidiyorsunuz, neden pazardan alıyorsunuz?” diye düşünebilirsiniz. Sebebi açık: Avokadoların yenebilecek kıvama gelmesi için dalda belli bir hacme ulaşmasını ve kopardıktan sonra da bir süre olgunlaşmasını beklemek gerekiyor. Ekinlerin ağaçlarında bu hacimde veya biçimde bir ürün bulamayacağımızı öğrendiğimiz için işimizi sağlama alıyoruz.

Bolca yeşillik alıyoruz: Maydanoz, marul, taze soğan… Bu konuda pek planlı davrandığımı söyleyemem, hâlâ sıcak bir bölgede taze otlar bulmuşken nasılsa kullanırız diyorum kaçırmamak için.

Pazarda karşımıza çıkan devasa balkabakları, taze kavrulmuş çekirdek, dikenli kabak ve murt gibi ürünler ikimizin de ama özellikle Timur’un ilgisini çekiyor. 

Alışverişimize domates, ceviz, Brüksel lahanası, taze kırmızı biber, turp ve limon alarak devam ediyoruz. Timur, kırmızı acı biberi neden aldığımı merak ediyor. Çok yakında öğrenecek. 

Avokado Kelimesinin Anlamı Ne?

Yemek yapacağımız yere gitmeden önce Ekin ve ailesinin üretim yaptıkları bahçeyi ziyaret ediyoruz. Atmosfer tam bir tropik ülke gibi: Hava kapalı, yağmurlu ama sıcak olduğu için hissedilir bir nem var. Ağaçların içinde adeta tropik bir ormanda gibiyiz.

Avokadolar müthiş görünüyor. Avokadolar hakkında bildiklerimizi Ekin’le birbirimize anlatıyoruz. Ekin bize avokadonun Türkiye’deki tarihiyle birlikte kelime anlamını da anlatıyor. Çok şaşıracaksınız, cevabı videoda…

Masamızı Dimçayı’na Kuruyoruz

Bugün, Alanya’nın kıyısına kurulduğu Toros Dağları’ndan akıp gelen ve Akdeniz’e dökülen meşhur çayı Dimçayı’nda yemek yapacağız. Burada su dört mevsim buz gibi olur, bu yüzden de özellikle yaz aylarında sıcaktan bunalan Alanyalılar kendilerini bu sulara atar, gelmişken de taze balığın başrol oynadığı piknik alanlarında aileleriyle, sevdikleriyle zaman geçirirler.

Bugün Ekin de bizimle yemek yapacak. Biz doğramaya başlıyoruz, Timur da tavada zeytinyağını kızdırıyor. Sarımsakları birkaç tur çevirdikten sonra yağa Brüksel lahanasını da ekliyoruz. Doğradığım yeşillikler ve kırmızı acı biberler de birazdan tavayla buluşacak. Kırmızı biberi seçtim çünkü bu tür yemeklerde hafif bir acı, en azından benim için hafif bir acı, vazgeçilmezdir. Yeşillikle ve kırmızı biberle harmanlanan lahana yemeğinin lezzetini baharatlarla ve yeni doğradığımız sulu domateslerle artırıyoruz. 

Sıra avokadoya geliyor. Burada Ekin’in avokado uzmanlığından faydalanıyoruz çünkü avokadoyu iyi doğramanın da bir yöntemi var. Çekirdeklerini atmıyoruz zira bu çekirdeklerden yepyeni avokadolar üretmek, eğer özenli yapılırsa ev koşullarında bile mümkün. Ekin’den bu çekirdeklerin bile 3.5 TL’ye satıldığını öğreniyoruz.

Doğradığımız ve soyduğumuz avokadoları Timur’a devrediyoruz. O da kıyıcıyla bir güzel kıydığı avokadoları neredeyse krema haline getiriyor. Daha sonra sarımsakları da ekleyerek klasik ve çok lezzetli bir avokado mezesi hazırlıyoruz. Ama bunu böyle yemeyeceğiz.

Başka bir tavada kızarttığımız sarımsaklara yanımızda getirdiğimiz karidesleri ve az önce doğradığım biberleri de ekleyerek lezzetli bir deniz mahsulü yemeği hazırlıyoruz. Sofranın bu kısmı neredeyse hazır.

İyice pişip yumuşayan Brüksel lahanasına çok az tahin ekliyorum; bu tahinin miktarı çok önemli. Hem bir çeşni lezzeti katmalı hem de baskın çıkmamalı. Bu şekilde yapıldığında hiç sevmeyen birinin bile Brüksel lahanasını seveceğinden emin olabilirsiniz. Üzerine biraz peynir ve soya sos ekleyerek son halini veriyoruz. 

Brüksel lahanasının yaygın pişirilme yöntemi olan haşlamasını pek sevmediğini söyleyen Ekin bile keyifle yiyor lahanayı.

Peki diğer malzemeler ne oldu? Ekmek dilimlerinin üzerine sürdüğümüz avokado mezesinin üzerine, sarımsak ve biberle kızaran karidesleri yerleştiriyor, üzerine de pazardan aldığımız ve Ekin’in ayıkladığı narlardan serpiyoruz. Enfes!

Alanya’da Sel Tehlikesi Atlattık!

Tabii her şey bu kadar keyifli ve sorunsuz geçmedi. Sonbaharına denk geldiğimiz için ümitlendiğimiz Alanya’ya muazzam bir yağmur indi. Akşam hava erken karardığı için jeneratörle ışık desteği aldığımız çekimin ortasında bir anda Dimçayı’nın suları yükseldi. Bundan en çok Timur endişe etti çünkü bütün çekim ekipmanları sular altında kalma tehlikesi geçirdi.

Yine de yemek yapmaya ve yemeye devam ediyoruz. Timur bu çabamızı Titanik batarken çalınan kemanlara benzetiyor ama motivasyonumuz aslında belli: Sizleri Türkiye’nin Pazarları’nın yeni bölümüyle söz verdiğimiz zamanda buluşturmak.

Yeni bölüm şimdi Youtube’da Timur Akkurt kanalında yayında. Abone olmayı, beğenmeyi, bildirimleri açmayı ve sosyal ağlarınızda paylaşmayı unutmayın. Ayrıca yorumlarınızın ve gelecek bölümler için önerilerinizin çok önemli olduğunu da bir kez daha hatırlatayım.

Yeni bölümlerde görüşmek üzere!