“Komedide Kalmak İstemiyorum” Ceyhun Fersoy [Röportaj]

Ceyhun-Fersoy_tn

“Ben esnaf oyumcuyum” diyen Ceyhun Fersoy’un ne kast ettiğini “Esnafla iç içeyim” deyince anlıyoruz. Dolmuşa da biniyorum, vapura da metrobüse de… Eğer buralardan koparsanız yaratıcılık bitiyor. Bu sözlerini şu çarpıcı sözle tamamlıyor: “Oyuncunun kendine vurabileceği en büyük darbedir bu bence.”

 

 

80’ler dizisinin Şahin’i Ceyhun Fersoy, şu sıralar hem tiyatro sahnesinde izleyicisiyle buluşuyor hem de 3 Nisan’da vizyona girecek yeni sinema filminin heyecanını yaşıyor. İstanbul Meydan Sahnesi’nde oynanan oyunun adı “Pijamalı Adamlar”. Fersoy, hikâyenin tımarhanede geçtiğini söyledikten sonra ekliyor: Oyundaki herkes bir şeyden delirmiş. Seyirci de gelip deliriyor.” Fakat bu arada asıl heyecan verici olan şu ki, tiyatroya gitmeyen, evinde televizyon karşısında oturmayı tercih eden seyirciye yönelik yeni bir projenin fikir düzeyinde de olsa varlığından haberdar oluyoruz söyleşi sırasında. Bu işler belli olmaz, diyor Ceyhun Fersoy ama projenin mottosunu da çıtlatıyor: “Tiyatroya gitmiyorsanız ayağınıza getiririz…” Ceyhun Fersoy’la oyunculuk hikâyesini, nereden başlayıp hangi yollardan geçtiğini konuştuk. Onun hikâyesi, 3 Nisan’da sinemalarda gösterime girecek olan “Figüran” filminde canlandırdığı karakterinkiyle benzerlik taşıyor mu bilmiyoruz ama en az film kadar eğlenceli bir söyleşi yaptığımızı siz de okuyunca göreceksiniz.

 

80’ler dizisinde canlandırdığınız gurbetçi Şahin rolündeki başarınızı siz neye bağlıyorsunuz? Sizce yurtdışında yaşamış olmanızın, ülkeye yıllarca uzaktan bakmanın bunda payı var mı?

 

Benim cebimde dört, beş tane tiplemelerim vardı. Onlardan bir tanesi Şahin karakteriydi. Adı yoktu sadece. Bu tiplerin hiçbirinin adı yok şu anda. Yarın öbür gün bir teklif geldiği zaman ismi atıyorum Ahmet ise Ahmet olmuş olacak. Bu karakter Şahin olmadan önce Bir Demet Tiyatro’da bir iki bölüm oynamıştım. BKM Mutfak’tan çıkma bir karakterdi. Orada skeçler yazıp oynuyorduk. Bir Almancı tiplemesine ihtiyaç vardı, ben dedim ki benim böyle bir karakterim var. Oradaki adı Ali Cemal’di. Bir Demet Tiyatro’da umduğum gibi kendini göstermedi. Gel zaman git zaman, 6-7 yıl sonra 80’ler dizisinde çıktı karşımıza. O zamanlar Çocuklar Duymasın’da oynuyordum. Senarist şirkete çağırdı, böyle bir karakter var, Almanya’dan gelecek, iki bölüm sonra gidecek dedi. Dedim, abi o iki bölüm sürmez. Yok yok dedi, hikâye öyle ama. Şimdi 40 küsurdayız.

 

Nasıl oldu da uzadı peki?

 

Bana söylenenler, çok beğenildiği oldu. Bir şekilde bu karakterin gitmemesi gerektiğini söylediler. Sinirli bir yapısı var Şahin’in… Aynı zamanda çok da rahat… Büyüklerinin yanında bacak bacak üstüne atıyor, patavatsız… Saf bir tarafı var bir de. Benim Şahin ile aramdaki tek ortak nokta o saflık.

 

 

Kendinizi izleyebiliyor musunuz? Eleştirip hataları görmek için mesela.

 

Ben kendimi izleyemiyorum. Her izlediğimde kötü hissediyorum, onu niye öyle yapmamışım, ne kadar kötü yapmışım diye diye bakamaz oluyorum. Kötü yapsam esasında orada yönetmen var, o söyler. Ama yine de olmuyor, seyredemiyorum.

 

Senaryo yazıyor musunuz peki?

 

Artık daha çok hikâye yazıyorum. Onları diyaloglaştıramıyorum. Arkadaşlara hikâyeleri veriyorum, onlar yazıyorlar bazen ama ben yazamıyorum. Bence o ayrı bir meslek. Hikâye yazmak ile diyalog yazmak arasında bence gerçekten çok büyük bir fark var. Senaryoda yazım tekniğini bilirsiniz belki, sol taraf görmek istediklerimize ayrılır, sağ taraf duymak istediklerimize. Ben duymak istediğimizi yazamıyorum.

 

Kariyerinize annenizin katkısı büyük gibi görünüyor.

 

Benden daha çok diyebilirim.

 

Nasıl biridir anneniz?

 

Benim annem inanılmaz üzerime titriyordu. Hâlâ da öyledir. Ben futbolcu olmak istiyordum, bir tek ona karşı çıkmıştır. Eğer futbolcu olacaksan bile bunun eğitimini al, derdi. Bir ara taksi şoförü olmak istiyordum. Yedi-sekiz yaşlarındaydım o zaman. Annem sürekli olarak eğitim diyordu. Bense tam aksi bir tiptim. Annem sürekli yakınıyordu, ne olacak bu çocuk diye. Çok başarısız bir öğrenciydim. Üniversite sınavında barajı da geçemedim, o kadar başarısızdım yani. Bir gün yine annemin zoruyla sinema-televizyon okuluna gittim. Dedim, tamam bu! Benim yapacağım iş bu. Kamera arkası. Çok filmler çektik orada. İkinci derste ben film çekmeye başlamıştım. 1,5 yıl eğitim aldım orada. Drama mezunuyum. Sunuculuk bölümünden arkadaşlarımın bitirme ödevleri vardı, klipler gibi. Ben onlarda oynuyordum. Bir gün telefonum çaldı, Türker İnanoğlu arıyor. Nedir ya senin bu oyunculuk sevdan dedi, senin yüzünden oyunculuk bölümü açacağız biz. Ertesi sene açtılar gerçekten de. Sonra bu benim aklıma düştü bir kere. Arkasından gitmeye karar verdim bu işin. Bir gün anneme dedim ki, ben eğitim alacağım. Gözleri kocaman oldu. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne girdim böylece. Ama sonra orası bana çok hitap etmedi. Bütün hocalarımı çok seviyorum, hala da görüşürüz ama ben uyum sağlayamadım. Bir anda herkeste bir teatral konuşmadır başlıyor. O kalıba giremedim. O arada BKM Mutfak odition’lara başlamıştı. Beğendiler sağ olsunlar. Aldılar.

 

Bundan sonrası için hedefleriniz neler?

 

O karakterlerimden birinin sinema filmini yapmayı çok istiyorum. Hedef değil ama her sene bir tane tiyatro oyununda oynamak istiyorum mutlaka. Ama asıl olarak komedide kalmak istemiyorum.

 

Futbol kariyerinizde oldu. İsviçre Milli Takımı’nı vatandaşlıktan çıkma şartı nedeniyle geri tepmişsiniz.

 

Esas Fransa’da. İstanbul’a tayini çıkmıştı babamın. Ben o sırada Fransa’da futbol oynuyorum. Teknik direktörümüz de Türk. Oğlum dedi, seni Strasburg ve Paris Saint German istiyor. Fakat bir kuralları vardı, Fransız vatandaşı olmam gerekiyordu. Para kazanana kadar seni bir aileye veriyorlar ya da tesiste kalıyorsun. Para kazanmaya başladığın zaman devlet sana bir belli bir yaşa kadar para veriyor. Tamam dedim, kalacağım, futbolcu olmak istiyorum. Babam da beni ikna etmeye çalışıyordu, bak Fenerbahçe var, Galatasaray var, bir sürü kulüp var İstanbul’da. Ve ben biraz babamın ısrarıyla, biraz da kendi kendime duygusallaşarak ailemden uzak kalmayı göze alamadım. Fransız vatandaşı olmak ağrıma gitti. Zannettim ki Türk olmuyorum artık. Babam beni öyle kandırdı yani, “Fransız olacaksın sen! Manyak mısın!” diyerek.

 

Şimdi?

 

Halı sahalar… En olmadı play station!

 

Pişman oldunuz mu?

 

Bir ara çok oldum. Fransa’da kalsaydım keşke dediğim çok oldu. Ama şimdi sorsanız pişman değilim. Çok iddialıyım bu konuda. Sırf bu konuda değil aslında her konuda iddialıyım, tavla oynasak bile öyleyim. O zaman kalsaydım, çok iyi futbolcu olurdum ve ilk Türkiye’yi temsil eden futbolcu kesin ben olurdum. Ama işte keşkelerle yaşanmaz.

 

Futbol, müzik, oyunculuk ve hatta kamera arkası… Oyunculuk artık son durak mı?

 

Artık, son durak…

 

 

Ford Otosan Yaz Partilerinde çok renkli sahneleri bizlerle buluşturan bir sunuculuk performansınız oldu. Bu vesileyle soralım, sunuculuk da işlerinizin arasına katılabilir mi, ailemizle birlikte olmak sizin için nasıl bir deyimdi?

 

Çok güzel bir deneyimdi benim için. Kuzenim Gebze’deki fabrikada çalışıyor. Teklif gelince onu aradım, valla muhteşem bir yere gidiyorsun, haberin olsun dedi. Gerçekten de öyleydi. Böyle tesisler varmış demek ki dedim. Benim ilk arabam Ford’du bu arada. Ford Escort. Tesisler mükemmeldi. Belki ileride başka işler de yaparız.