Kadının Çalışma Hayatındaki Yeri ve Önemi

Ali R. Aksoy
Yazarlar

Ali Rıza Aksoy İnsan Kaynakları Lideri

İnsanlık tarihinde bazı dönüm noktaları toplumları derinden değiştirebilecek güce sahiptir. Sanayi devrimi de o dönüm noktalarından biri olarak hâlen günümüz toplumlarını etkilemeye devam ediyor. Seri üretimi mümkün kılan ve büyük ölçüde insan gücünün yerini alan makinelerin endüstri sahnesine çıktığı bu dönem, asıl olarak evde sadece günlük hayatı devam ettirme görevi yüklenen kadının da çalışma hayatına katılmaya başladığı devrimsel bir süreç.

Daha önce evinin dışında yer alamamış, ancak çalışma hayatına girince artık ailesinden başka insanlar için de “üreten” kadın, elbette ki o dönemin kafa yapısınca kolay kabullenilmedi. Ancak savaşlar neticesinde artık bir ekonomik zorunluluk hâline gelince çalışan kadının toplumda yer edinişi ivme kazandı. Başlangıçta çalışan kadına tepki gösteren zihniyet, bu sefer de meslekleri “kadın işi” ve “erkek işi” olarak ayırmakta gecikmedi. Oysa kadının iş ve akademik hayatta yer almasıyla yarattığı katma değer, zihniyetlerin onu zorla sokmaya çalıştığı dar kalıpların çok ötesindeydi.

Peki, aradan geçen bunca yıldan sonra çalışan kadının toplumdaki durumu ne? Dünya Ekonomik Forumu’nun 2015 yılında yayınladığı rapora göre tablo oldukça vahim. Cinsiyet Ayrımı Raporu bize aynı işi yapan bir kadın ve erkeğin maaşının ancak 2133 yılında aynı seviyeye geleceğini gösteriyor. Ülkemizdeki durum ne derseniz, onu anlamanız için TÜİK verilerine bakmanız yeterli. 2017 yılı TÜİK verilerine göre kadın istihdam oranı ülkemizde yüzde 29,3’lerde. Bu demek oluyor ki her 100 kadından yaklaşık 70’i üretime, iş gücüne katılmıyor. Katılsa da bunu “invisible labor”, yani “görünmez emek” denen ücretsiz yollarla yapıyor. Bu istatistiği düzeltmeyi başaramazsak, ülkece arzuladığımız gelişim düzeyini yakalamamız mümkün değil.

Kadının iş gücüne katılımı, ekonomik ve sosyal yaşamın sürdürülebilirliği açısından bir gereklilik. Türkiye gibi gelişen ülkelerde istenilen refah düzeyine ulaşmanın yolu sadece ve sadece kadının hayatın her alanına dâhil olmasından geçiyor. Dünya genelinde var olan ekonomik krizler ve adaletsiz büyüme kadınların iş hayatına katkı sağlamasıyla çözülebilecek. McKinsey’in hazırladığı rapora göre; eğer kadınlar ekonomiye erkeklerle eşit oranda katılım sağlarlarsa, 2025 yılına kadar tüm dünyada Gayri Safi Milli Hasıla toplam 28 trilyon dolar büyüyecek. Görmezden gelinemeyecek bu ciddi rakamın yanında kadınların iş dünyasında aktif olarak yer alması yoksulluğun azalması, inovasyon, çeşitlilik, iyi yönetişim, sürdürülebilirlik ve karar sürelerinin kısalması gibi kazanımları da beraberinde getirecek.

Peki, bu durumun bir an önce gerçekleşmesi için atmamız gereken ilk adım ne? Bunun cevabı ise toplumsal cinsiyet eşitliği. Ekonomik kalkınmanın temel taşlarından olan toplumsal cinsiyet eşitliği sadece ülkelerin değil, küresel ekonominin de iyileştirilmesi için atılması gereken ilk adım. Tabii ki bir anda değiştirebileceğimiz, eşitliği hemen sağlayabileceğimiz bir durum yok karşımızda. Değişime önce kendimizden başlamalı, dilimize yerleşen kalıplardan, bilinç altımıza yerleşen ön yargılardan kurtulmalı, kadın ve kız çocuklarını güçlendirmek ve eğitmek için yapılan sosyal sorumluluk odaklı projelerde yer almalıyız. Tablonun son yıllarda daha fazla değişmesini umarak öngörüleriyle bizi her zaman etkilemiş Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözünü bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum: “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?”